Haftaya Bakış (250): Boğaziçi direnişinin 1000.günü | CHP'nin iktidara cevabı | Yeni çözüm sürecinin gidişatı

17.01.2025 medyascope.tv

17 Ocak 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız Haftaya Bakış’ı yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Haftaya Bakış’la karşınızdayız. Kemal Can’la haftanın öne çıkan olaylarını konuşacağız. Kemal, merhaba.
Kemal Can: Merhaba.

Ruşen Çakır: Çok yoğun bir gündem var. Bazı haftalarda konuşacak şey bulmakta zorlandığımız olmadı değil, ama bu sefer çok şey var. Hızlıca hepsine değinmeye çalışalım. Ama öncelikle tabii ki Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat’ın tutuklanması olayı. Gözaltına alındığı andan itibaren kimse de tutuklanmasına şaşırmadı biliyorsun. CHP bu olaya cevap vermeye çalışıyor. Ama bu ilk olay değil. Daha öncesinde Esenyurt Belediye Başkanı var.
Kemal Can: Galiba son olay da değil.

Ruşen Çakır: Evet, ona geleceğiz ayrıca. Tunceli-Ovacık Belediye Başkanı. Sadece CHP'lileri kastediyorum, DEM Partililere kayyum atama olayları ayrı. Şimdi Beşiktaş Belediye Başkanı. Televizyonlarda, muhalif kanallarda insanlar toto oynar gibi ‘’şimdi sırada kim var?’’ diye konuşuyorlarmış. Çarşamba günü Ekrem İmamoğlu Beşiktaş Belediyesi’nde bir konuşma yaptı. Ona Haber Müdürümüz Göksel Göksu gitmişti. Zaten İmamoğlu’nun oradaki çıkışlarını da birazdan göreceğiz. Ben dün Beşiktaş Belediyesi'nin önündeki mitinge gittim. Biliyorsun ben miting manyağıyım. Hayatımda gördüğüm yüzlerce miting var.
Kemal Can: Kalabalık görünce dayanamıyorsun.

Ruşen Çakır: Evet aynen öyle. Ama gittiğimiz mitingler genellikle hafta sonları yapılanlar ya da seçim mitingleri. Bu istisnai bir şey; bir gündemle acil olarak yapılan bir mitingdi malum. Tabii hafta içi, mesai saati, hava kötü, şu bu, ama şöyle bir organizasyondu Kemal, sen de televizyonlardan, videolardan gördün. Galiba bir eksik dışında, bütün Büyükşehir Belediye Başkanları, İl Belediye Başkanları, İstanbul'un İlçe Belediye Başkanları oradaydılar. Adeta bir çıkarma yapıyor CHP'nin üst yönetimi. Çok sayıda olmasa bile milletvekilleri de vardı. Ama ben ona denk gelecek bir halk katılımı görmedim. Kısmen teşkilat da vardı, ama halk anlamında katılım yoktu. Tabii bunun değişik nedenleri var. Burada benim aklıma takılan bir şey var, çok şey var aslında. Hamle tamamen siyasi, bu kadar bariz. Konuşmalar da zaten hep onun üzerine kurulu. Bakan yardımcılığından Başsavcılığa getirilen birisi, onu da ‘’giyotin’’ diye tanımladılar. Onun bir şeyler yapacağı belli, belediyelere yapacağı belli. Çünkü CHP'nin en önemli yerleri belediyeler. Kayyum mu atar, şunu mu yapar, bunu mu yapar? Yolsuzluk vesaire, bunlar belli. Bir parti bu kadar mı hazırlıksız olur ya da hazırlıkları bu muydu? Bu kadar büyük bir parti, son seçimde birinci çıkmış parti. Tamam, organizasyon olarak belediyelerin seyyar kafeleri çay, yiyecek dağıtıyorlardı. Ses düzeni, seçim otobüsü vardı. Onlarda bir sorun yok.
Kemal Can: Ruh yok.

Ruşen Çakır: Ruh yok demek çok acımasızca olabilir de.
Kemal Can: Hakikaten yüksek bir itiraz, bir şey gösteren…

Ruşen Çakır: CHP'lilere de onu diyorum. Akşam Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uykusunu kaçıracak bir olay yapılamadı. Sen de gördün, Özgür Özel konuşurken bütün Büyükşehir Belediye Başkanları otobüsün üstünde dizilmişti. Türkiye'de öyle büyük şehirler ki bunlar, Türkiye ekonomisinin yüzde bilmem kaçını kontrol eden illerin belediyeleri. Sen rakamları daha iyi bilirsin.
Kemal Can: Nüfusun da, ekonominin de ağırlığı olan yerlerin yerel yöneticileri.

Ruşen Çakır: Ama sonunda görünen, olan ne?
Kemal Can: Evet, anladım seni. Bu resim, şu andaki gidişata, aslında bir süredir devam eden gidişata verilen reaksiyonun zayıflığı hem seçmen düzeyinde hem profesyoneller düzeyindeki beklentileri karşılayamayacak hâlin rahatsız edici bir tarafı var. Ama aslında verilen reaksiyonun yetersizliğinden daha rahatsız edici olan şey, bu reaksiyonsuzluğun karşısında, fütursuzluğun ve hamle avantajının büyüyor olması. Senin gördüğün oransızlık bir tarafta, tamam. Şu ya da bu nedenle, biraz seçim yorgunluğu, biraz muhalefet yorgunluğu, biraz henüz strateji kuramama, biraz çok başlılığın yarattığı dağınıklık gibi pek çok iç gerekçe sayılabilir. Burada yükselen bir muhalefet dalgası görmüyoruz ama buna karşılık, açılımdı, süreçti denilerek çok kanaldan yürüyen bir taarruz görüyoruz. Bu tarafta dalga yükselmiyor. Hani beklenen dalga bu ya, işte ekonomi kötüye gidiyor, bir sürü sorunlar var, dolayısıyla hep, birinci parti çıkmış ana muhalefet partisinin önüne katacağı bir dalga umut ediliyor. Böyle bir şeyin olması umut ediliyor. Bu olmuyor. Bu dalga kendiliğinden oluşmuyor, bu dalgayı yaratacak ya da önüne geçerek üretecek bir organizasyon, söz ve eylem görmüyoruz. Ama buna karşılık, karşı tarafta, sadece durumu toparlamak değil, bu Beşiktaş olayıyla, -hatta bunu Esenyurt'tan da başlatabiliriz- bayağı karşı saldırıya geçmiş ve saldırının karşısında herhangi bir engel olmaksızın, ‘’turpun büyüğü’’ lafıyla aslında bunun devamının nasıl geleceğini söyleyen, bunu büyütmeye niyetlenmiş bir taarruz var.
Şimdi ben bunu daha da kötümserleştirerek şunu söylemek istiyorum. Aslında biraz sonra yine konuşacağımız bir başka başlık süreç hadisesi. Hem kayyumlar politikası hem Esenyurt'la başlayan, Beşiktaş'la devam eden ve ‘’turpun büyüğü’’ neyse oradan devam edecek olan diğer hamleler hem kültürel iktidarı genişletmek, iktidar medyasını daha hâkim kılmak, barodan odalara kadar onun kontrolü dışında kalan pek çok alanı yeniden sıkıştırmaya kalkmak gibi seri hamlelerle ilerleyen bir iktidar tablosuyla karşı karşıyayız. Ben bunun toplam bir paket olduğunu düşünüyorum. Beni daha kötümser yapan, bunlar, muhalefetin ve CHP'nin çok kullandığı gibi, kaybedeceğini anladığı için, köşeye sıkıştığı için çaresizlikten yapmış olduğu hamleler değil.

Ruşen Çakır: Çarşamba günü Erdoğan’ın grup toplantısını izlediğimde bir kere daha söyledim. Erdoğan'ı en güçlü olduğu zamanlarda da en güçsüz olduğu zamanlarda da defalarca grup toplantılarında izledik. Çarşamba günü, özgüveni çok tazelenmiş. Özellikle uzun uzun Suriye’yi konuştu. Sonra kırmızı kartla dalga geçtiği bölümleri, videoları gösteriyorlar. Öyle köşeye sıkışmış gibi bir havası yok yani.
Kemal Can: Yok tabii. Zaten muhalefet seçmeninin reaksiyon cılızlığının bir nedeni de şu: İktidarın, muhalefete dönük gayet yıkıcı ve sarsıcı hamlelerinin hepsinde, muhalefet bunu ‘’Gidiyor gideceğini anladı. Onun için bunları yapıyor. Dolayısıyla endişe edecek bir şey yok. Bunlar korkudan yaptığı şeyler’’ diye karşıladı. Şimdi bunu diyerek, kendi seçmenini de bir tür, ‘Tamam, gündem değiştirmek için yapıyor. Zaten gidiyor, özeti bu. Dolayısıyla çok da önemli değil’’ havasına soktu. Muhalefet ‘’acımadı, acımadı ki’’ yapmak için, ‘‘Bunlar çaresiz, gideceklerini anladılar. Onun için bunları yapıyorlar’’ bahanesini kullandı. Ama ben muhalefetin, kendi seçmenini de böyle davranmaya taşıması ve kendisinin de önce böyle davranmaya başlaması lazım diye düşünüyorum. O da şu: Elbette her şeyi iktidarda kalmak için yapıyor, ama artık gidiyor ve çaresiz olduğundan bu kadar emin misiniz?

Ruşen Çakır: Özgür Özel'in biraz önce yaptığı açıklamayı sana okuyayım: İktidarı devretmeye hazırlansınlar. 2025 yılı içinde o sandık bu milletin önüne gelecek. Bu yaptıklarının hesabını millete verecekler. Onların kanunsuz emirlerine uyanlar da bunların hesabını verecekler. Şimdi turp meselesine geçmeden önce bir mola verelim, Ekrem İmamoğlu’nun videosunu izleyelim. 
Kemal Can: Şunu ekleyeyim: Erdoğan’ın özgüven meselesi dedin ya. Erdoğan, şu anda en temel meselesini çözmenin eşiğinde duruyor. Bu sorunu çözüp çözemeyeceğini muhalefetin tavrı belirleyecek. O da, bizim de zaman zaman kullandığımız gibi, ‘iktidar artık herhangi bir şey üretemiyor, hikâye üretemiyor, çözüm üretemiyor, kendi krizini yürütemiyor, dolayısıyla da bir yürütememe krizi içerisinde’ tartışmasında, en temel ‘gidiyor’ fikrini yaratan şeydi. Muhalefeti de taşıyan, muhalefete de özgüven sağlayan şeydi. Bu görüntü Erdoğan’ın en büyük sorunuydu. Erdoğan şimdi tam da bu görüntüyü çözmeye çalışıyor. Yapacak çok sayıda hamlesi olduğunu, Özgür Özel'in dediği gibi hiç de öyle çaresiz olmadığını göstermeye çalışıyor, en temel sorununu çözmeye çalışıyor. Dolayısıyla bence buna göre bir muhalefet kurgulamak lazım.

Ruşen Çakır: Evet, şu videoyu bir izleyelim. Bundan sonra söylenecek çok şey var. Ekrem İmamoğlu’nun Çarşamba günü Erdoğan'a hitaben söylediğine bir bakalım, sonra devam edelim.

İmamoğlu: Beraber ayağa kalkma zamanı. Ben buradan beni istemeyene, hayatı bana dar etmeye çalışana buradan meydan okuyorum. Hedefiniz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ve bana ulaşmaksa, benim yol arkadaşlarıma ve ailelerine çile çektirmenize, bahaneler yaratmanıza, ara yollar üretmenize gerek yok. İşte siyasi yasak davam orada. İstinaf Mahkemesi’nde. Madem hedefiniz benim, mert olun, bari burada mert olun ve onayın benim cezamı. Milleti rahat bırakın. Milleti rahat bırakın. Hodri meydan, hodri meydan! Siz istemiyorsunuz ama, Ekrem'in kelime anlamı da merttir. Sizi bir kez daha mertliğe davet ediyorum ve bir kez daha bu güzel memleketimin güzel insanlarına sesleniyorum. Güneyimizde, belki de ülkemizin 100 yılını derinden ilgilendirecek bir mesele var. Ülkemiz içinde sulh ve barışı sağlamamız gerektiğini hepimiz biliyoruz.”

Ruşen Çakır:  ‘’Derdiniz benimle” dedi, ki bence doğru söylüyor. Açıkçası, bu konuşmasını, böyle direkt bir meydan okumayı başarılı buldum. Ama şöyle de bir mesele oluyor: Bir meydan okuyorsun, ardından insanlar ne devamı gelecek diye bekliyor. Mesela dün izlediğimde, Ekrem İmamoğlu mecburen konuştu. Dün de bir şeyler söylediğinde meydan okumalar oldu ama dünkü konuşması, bir gün öncekinin gerisindeydi. Sonra bugün ne oldu? Erdoğan Konya’da, galiba kongrede yaptığı konuşmada “Topu taca atıyorlar, onlar da biliyorlar. Turpun büyüğü heybede” diyor. Beşiktaş'ı ‘’küçük turp’’ olarak tarif ediyor. Televizyonlarda ‘’sıra şu ilçelere gelecek’’ diyenlerin de ötesine gidiyor, büyüklerden bahsediyor. ‘’Büyük’’ derken, herhalde büyükşehirleri kastediyordur diye tahmin ediyorum. Muhtemelen, Erdoğan 2019'dan bu yana Ekrem İmamoğlu’nu köşeye sıkıştırmak için birtakım hazırlıklar yapıyor. Zaten elinde bir yığın imkân var. Bu para hareketlerini, ihaleleri kontrol etmek, devlet için çok kolay şeyler. Hele böyle bir istihbaratın temel alındığı bir ülkede herhalde bir hazırlık yapıyordur diye düşünüyorum. Hiç şaşırtıcı değil, ama başkaları da olabilir. Birden fazla şeyden bahsediyor ve belli ki taarruz devam edecek. Ne yapacak? Tam da Cumhuriyet Halk Partisi yerel yönetimden merkeze almaya kalkarken, Erdoğan onları, bulundukları yerlerde etkisizleştirmeye çalışacak. Bunu yaparken de kendisi “Herkes yargıya uymak, yargıya saygı duymak zorunda” diyor. Sanki yargı bağımsızmış gibi. Yargının durumunu yıllardır biliyoruz. Anladığım kadarıyla, önümüzdeki dönemde de, muhalefetin peş peşe, Beşiktaş, Esenyurt, bir ölçüde Beşiktaş olayına verebildiği tepki ve geliştirebildiği politikalara da bakarak bunu yapacak. Burada genç arkadaşlarla tartışırken şunu söylemeye çalışıyorum: Öyle bir miting yaparsın ki Rıza Akpolat’ı tutuklamaya da cesaret edemez, yeni yerlere saldırmaya da cesaret edemez. Siyaset böyle bir şey aslında, öyle değil mi? Sonuçta yapmış olmak için yapmanın ötesinde, kendine bir güç alıp, karşı tarafı zayıf düşürmek.
Kemal Can: Erdoğan'ı caydırmak, durdurmak ya da bir şeyi yapmaktan alıkoymayı bırak, muhalefet henüz şu aşamayı geçebilmiş durumda değil: ‘’Sahiden bir şey yaparsa, ona hayatı dar ederiz’’ fikrine kendi taraftarlarını inandırma konusunda bile şu anda bir sınırı geçebilmiş değil.  Aslında Erdoğan galiba, bir şey yapıp, onun reaksiyonsuzluğu ya da reaksiyonunun zayıflığıyla kendi kendini tüketmesine zaman açıyor ve o, kendi kendini tüketiyor. Sürekli ‘’dünyayı dar etmek, gök kubbeyi indirmek, yap da görelimler…’’

Ruşen Çakır: Bir dakika sözünü kesiyorum ama demin izlediğimiz videonun devamı da var. Tam da bu söylediğine denk geliyor: Özgür Özel Kanunsuz emirlerine uyanlar da bunların hesabını verecekler dedi ya, Bunun devamında da şunu söylüyor. Okuyorum: Bir eylemlilik sürecinden, bir protesto sürecinden bahsetmiyorum, iktidarı devralma sürecinden bahsediyorum. Bundan sonra ‘’seçimlere hazırlansınlar’’ demiyorum. Elbette bir seçimden sonra gidecekler. Biz şimdi protestoyu ne derece etkili yaptılar derken…
Kemal Can: Ben bu lafın arkasından, demin söylediklerime bunu da ekleyeyim. ‘’Dünyayı dar etmek, başına indirmek, yerinden indirmek, iktidardan olmak...’’ Daha önce İmamoğlu da birkaç kere söylemişti. Sonra Özgür Özel, “Bir kez daha yaparsan, bak ne yapacağım!” demişti. O ‘’bir kez daha’’ lafının üzerine birkaç hamle daha geldi. Kimi zaman halkı, kimi zaman seçmeni işaret edip, böyle yüksek perdeden bir şeyler söylemek, eğer karşılığını yaratamıyorsan, değil karşındakini korkutmak, kendi taraftarını sürekli bir yetersizlik duygusunun içerisine sokuyor. Muhalefetin negatif bir şey olarak protesto ya da sadece tepki verme sınırında kalmaması zaten gerekli olan bir şey. Ama iktidara geldiğini ya da iktidarı değiştirecek güce ulaştığını ve bu yaptırım gücünün olduğunu göstermek için tepkini göstermen gerekiyor. Protesto bir savunma biçimi değil. Tam tersine, iddianın karşılığı olan, ‘’Ben bu iktidarı alıyorum ve bu iktidar gidici’’ görüntüsünü yaratabilmek için lazım olan bir şey. Bu normalleşme konusu da sürekli böyle açıklanıyordu: “Biz aslında çok sert eleştiriler yapsak, çok da etkili şeyler yapabiliriz. Ama biz onu yapmıyoruz. Biz pozitif bir pozisyon alıp, zamanın gelmesini bekliyoruz.” Bu pozisyonu değiştirmediğiniz sürece… yani şöyle bir durum gerçekleşmiş olsaydı: Yerel seçim itibariyle oluşan iktidarın inisiyatifsizliği devam ediyor ve o, çok ciddi bir seçim yenilgisi almış, bunun üzerine üretebileceği hiçbir hikâyesi, üretebileceği hiçbir çözümü olmaksızın, savunma pozisyonunda kalmaya devam etseydi, bunların hepsinin bir gerçekliği olabilirdi; “gidecekleri günü sayıyorlar,” diyebilirdiniz. Ama şu anda durum o değil. Şu anda tam tersi bir durum var. İktidar, şu anda tam tersine, bunu ister özgüvenle yapıyor olsun ister bulduğu çarelerle yapıyor olsun, ortaya şunu koyuyor: Siz beklerken o beklemiyor. Beklememenin karşısında vereceğiniz cevap yine, “Biz gelecek günü bekliyoruz” olamaz. Dolayısıyla durum değişmiş.
Şimdi ikinci bir mesele bu yerel yönetimler meselesi. Sen söyledin bu heybe meybe devamı. Çok uzun bir zamandır, aslında 2019'dan itibaren ana muhalefet partisinin iktidar olabileceğini göstermenin ana vitrini yerel yönetimlerdi. ‘’Yerel yönetimleri aldık, yerel yönetimlerde gösterdiğimiz iktidar, millet nezdinde pozitif bir destek aldı. Bütün belediye başkanlarımız hâlâ destek buluyor. Dolayısıyla biz buradaki vitrini göstererek genel iktidarı da yapacağımızı kanıtladık, kanıtlayacağız ve bizim vitrinimiz bu.’’ Aslında ana muhalefet partisinin bütün yumurtalarını tek sepete koyması, yani vitrin malzemesi olarak yerel yönetimleri kullanması. Erdoğan'ın şu anda yaptığı da doğrudan ana muhalefet partisinin sepetine sopayla vurmak. Bu sepet ne kadar kırılır, bu sepetten ne kadar yumurta düşer, o sepet ne kadar dayanıklı, bu ayrı bir tartışma konusu. Elindeki devlet imkânlarıyla neler yapabileceğini sen söyledin. Ama şunu da biliyoruz, bu ülkede yargı işleyişi artık kanıt bulmaya ihtiyaç duymuyor. Diyelim ki bahsettiğin imkânlar nedeniyle kanıtlar bulabilir. Başka sıkıştırma yöntemleri de bulabilir. Ama yüzlerce örneğini gördük ki kanıta da ihtiyacı yok.

Ruşen Çakır: Rıza Akpolat olayında da yine gizli tanık var. Kemal, şimdi burada en çok karşımıza çıkan hususlardan birisi ‘’CHP ne yapabilir ne yapmalı?’’ hususu. Ne yapmaları gerektiğini söylemek bizim üstümüze vazife değil tabii ama dünkü yayınımda, https://medyascope.tv/2025/01/17/chpnin-miting-stratejisi-neden-yetersiz-kaliyor-video/ zamanında Adalet Yürüyüşü’nü, Kılıçdaroğlu döneminin en pozitif ve başarılı olmuş bir direniş örneği olarak verdim ve ‘’Zor bir dönemde bunu yapabilmiş bir CHP, bugün çok daha güçlü bir dönemde, başarılarını çok daha fazla düşünebilmeli’’ dedim. Buradan Boğaziçi Üniversitesi konusuna geçmek istiyorum. Bugün Boğaziçi Üniversitesi direnişinin bininci günü.
Kemal Can: Evet.

Ruşen Çakır: İlk başlarda direnişe bayağı destek vardı, ama akademisyenler, öğrencilerden büyük ölçüde destek alsalar da kendi başlarınalar. Kamuoyu ilgisi ilk başlardaki kadar yoğun değil, onu biliyoruz, ama bıkmadan usanmadan devam ettiler. Tabii onlar da 2023 seçimleri öncesi heyecanlandılar, ama hayâl kırıklığı yaşadılar. Şu oldu bu oldu ve akademisyenler bugün bininci kez bir araya gelip, atanmış rektöre yine sırtlarını döndüler. Kimi zaman en sıcak havada, kimi zaman en soğuk havada, kimi zaman güneşin altında, kimi zaman da karın altında durdular. Aslında takdir etmek dışında söylenecek çok da fazla bir şey yok. Ama insan şunu da görüyor ki sivil itaatsizlik, direnmek, haksızlığa karşı çıkmak diye bir olay var ve bunlar sonuna kadar meşru ve mutlaka hızlı bir şekilde sonuç almak gibi…
Kemal Can: Ya da niceliksel büyüklüğüyle orantılı şeyler değil. Dünya tarihinde de böyle pek çok örneği biliyoruz. Kararlılık, çok yüksek iddialar, çok kararlı tutumlar, ilkesel pozisyonlar, güçlü sözler, bazen çok büyük kalabalıklardan daha etkili olabilir. Önemli olan bu niyeti göstermek ve bu niyete göre formül ve akıl üretmeye çalışmak, böyle düşünmeye çalışmak. İşin teknolojisiyle değil, açıkçası hakikaten biraz ruhuyla ilgili. Bir şeyde ruh göremiyorsan, o şeyi hissetmiyorsan… Ona ruh demeyelim de başka bir şey diyelim- zaten meseleyi çok teknolojik bir mesele olarak algılayıp onunla kimsenin ilgilenmemesinden kaynaklanıyor. Çünkü iktidar-muhalefet dengesi çok matematik bir şey olarak görülüyordu. ‘’İktidar sıkıştı. Ekonomik şartlar da kötü, dış politikada da sıkışmış durumda. Bunun sonucunda, gidiyor işte. Gidiyorsa, biz geliyoruz demektir.” Denklem böyle değil. Bunun böyle olmasını sağlamak için siyasi bir müdahale lazım. Kendiliğinden böyle bir işleyiş yok. Bu bir siyasi müdahaleyle mümkün olabilir. Bunun için söz kurmanız lazım. Bunun için bir eylem fikriniz olması lazım. Bunun için yöntemleriniz olması lazım. Bunun için ilişkileriniz olması lazım. Bunun için iddialarınızın olması lazım. Dolayısıyla bunların pek çoğunda denge tersine dönmüş durumda. Şu anda dayanak yine hâlâ anketler gibi görünüyor, ama biz anketlerin anlattığından başka bir resim görüyoruz.

Ruşen Çakır: Tabii Türkiye'de Boğaziçi direnişi, Cumartesi Anneleri, bunlar gerçekten sivil direnişin çarpıcı örnekleri. Keşke bunlara yol açan olaylar yaşanmasaydı. Ama aynı zamanda Türkiye'de bir toplumsal muhalefetin, bir direnme ruhunun, teslim olmama hâlinin örnekleri olarak bir kere daha saygıyla bahsedelim.
Gelelim yeni çözüm sürecine. Bu sabah DEM Parti heyeti yazılı bir açıklama yapıldı. Açıklamada çok fazla bir şey yok sanki. “Fena gitmiyor, partiler iyi karşıladı” türünde bir açıklama.
Kemal Can: Açıklama zaten daha çok parti ziyaretlerinin sonuçlarıyla ilgili.

Ruşen Çakır: Yalnız o açıklamada bir bölüm var. Açıklamayla ilgili haber vidosunu izleyelim ve onun üzerinde biraz konuşalım.

‘’MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, 1 Ekim'de DEM Partililere uzattığı el ve ardından PKK lideri Abdullah Öcalan’la ilgili çıkışından sonra, Kürt meselesinin çözümü için başlatılan girişimler sürüyor. DEM Parti heyeti, Abdullah Öcalan ve siyasi partilerle görüşmesinin ardından bir açıklama yayınladı. Açıklamada, Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşliğe odaklandığımız bu dönemde, yazılı ve görsel basında zaman zaman karşılaştığımız ayrıştırıcı ve ön yargılı üslup ve bunun yarattığı spekülasyon alanı işimizi güçleştirmektedir. Bu sürece dair herkesin, her toplumsal kesimin beklentileri ve ümitleri olduğu kadar kaygıları, hassasiyetleri ve soru işaretleri de vardır. Bunun bilincindeyiz. Hâl böyleyken, kulaktan dolma dahi denilemeyecek uydurma söylemleri üreterek dolaşıma sokmak ve yer yer ahlaki sınırları dahi zorlayıcı gündemler oluşturmaya çalışmak, olsa olsa sonucu itibariyle savaş çığırtkanlığına bağlanmaktır” denildi.

Ruşen Çakır: Buradaki açıklamada bu bölümü özel olarak seçtim. Çünkü öğrendiğim kadarıyla, DEM Parti heyeti, özellikle muhalif denen bazı televizyon kanallarında ve gazetelerde çıkan bazı haberlerden, üsluplardan çok ciddi şekilde rahatsızlarmış. İlk başta bu, Erdoğan'ı yerinden seçtirmek için bir tiyatroydu. Fakat daha sonra iş bazı medya kuruluşları tarafından başka bir yere doğru savrulur oldu. İYİ Parti'nin tutumunu anlayabiliyorum; o, milliyetçi bir duruş sergiliyor. MHP'nin yaptığını anlamakta zorlanıyoruz, ama İYİ Parti’de zorlanmıyoruz. Ancak burada heyettekileri rahatsız edecek ölçüde bi takım spekülasyonların yapılıyor olması, açıkçası zaten zor olan işin, kamuoyu desteği sağlama açısından da çok sorunlu geçeceğini gösteriyor. Biliyoruz ki iktidar medyası şu anda tam gafil avlanmış durumda, ne diyeceklerini bilemiyorlar. Başlatan Erdoğan olsaydı iktidar medyası rahattı. “Hepimiz kardeşiz” diye gideceklerdi. Oysa Bahçeli deyip, Erdoğan da ayağı frende gidince böyle kalakaldılar, sınırlar karıştı. Anladığım kadarıyla onlara, şöyle bakın böyle bakın diyenler de ne yapacaklarını şaşırdılar. Orada lafları yok, çok fazla görmüyorlar, görmemeye çalışıyorlar.
Kemal Can: Rol paylaşımından onların haberi yok mu diyorsun? Ben onun paylaşımına çok inanmıyorum da.

Ruşen Çakır: Çok afallamış durumdalar. Ama öteki tarafta baktığın zaman bambaşka. Mesela demin CHP'yi konuşurken, şunu konuşmaya değer bile görmedik: Türkiye'de muhalefet CHP'den ibaret değil, öyle değil mi? Başkaları da var hesapta. En azından Cumhur İttifakı’nda yer almayan ve düne kadar CHP’yle aynı masada oturanlar var. Bir Allah'ın kulunun kalkıp Beşiktaş olayı hakkında bir şey söylediğini gördün mü?
Kemal Can: Hayır.

Ruşen Çakır: Buradaki olayda da kim muhalefet, kim iktidar yanlısı, işler karışmış durumda. Özellikle muhalif cenahtan çıkan karşı hamleler, bence önemli bir husus, ileride daha önemli olabilir. Bir de tabii burada önemli bir gelişme olarak, Erdoğan'ın son grup toplantısında talimat verdiğini açıkça söylemesi. Tabii Erdoğan çok büyük bir coşkuyla yapmadı ama siyasi sorumluluğu da üstlenmiş oldu.
Kemal Can: Bu, biraz önce konuştuğumuz çerçeveyle de bağlantılı. Bu süreç meselesinde dikkatten kaçan bir şey oldu. Bahçeli bu süreç çerçevesini açıp, önce 1 Ekim’de tokalaşma, peşinden 22'sindeki grup konuşmasıyla devam ettiği süreçte, paralel olarak bir şey daha yaptı ve o konu biraz gölgede kaldı. Çok sert CHP eleştirileri yaptı. Hatta ‘’ağzındaki baklayı çıkardı’’ diye yorumlanan konuşmasında, “Erdoğan'ı seçmeyeceğiz de CHP’nin kimi aday yaptığını mı araştıracağız, onun mu peşini süreceğiz? Bu CHP'ye devlet teslim edilmez” dedi. Peşinden, Erdoğan'ın normalleşme sürecini bırakıp, ciddi ve sistematik biçimde CHP'ye saldırdığını, ardından da Esenyurt ve Beşiktaş hadisesinin geldiğini biliyoruz. Mesela Esenyurt'ta dediğin gibi başka partiler de vardı, ama bu defa yoktu. Muhtemelen üçüncüsünde iyice azalacak.
Bunların hepsi şöyle bir şey: Bu sürecin içerisinde bence paketin parçalarından biri, bir yan işlev olarak, yani ana muhalefet partisi olarak CHP'nin yalnızlaştırılma süreci de var. Daha önce senin de dediğin gibi, muhalefet bir blok halinde ve çeşitli çevreleri, farklı itirazları da bir arada bulunduran ve asıl olarak bu iktidara, tek adam rejimine karşı olmak üzerine kurgulanmış bir şeydi. Şimdi CHP var ve CHP her düzeyde, DEM Parti’yle de, Meclise taşıdığı diğer partilerle de, o güçlü ortak sayılan seküler milliyetçi partilerle de şu anda çok uzaklaştırılmış durumda. CHP bunu tercihen yaptığı için değil, iktidarın politikası buna doğru biçimlendiği için. Bir yandan da bu çalışıyor.
Biraz önce videosunu izlediğimiz DEM Parti heyetinin açıklamasındaki vurgu da bence biraz onunla ilgili. Çünkü bu süreç başlar başlamaz, muhalefet medyasında, daha önceki bu beka dilinin aynısını, ‘’İktidar birdenbire başka bir şeye döndü. Bahçeli ‘kardeşlik’ diyorsa, biz o zaman eski söylemi devir alalım. En sert ve en katı biçimde milliyetçiliği biz yapalım” diyen bir kanat var. İkinci bir kanatsa, DEM Parti’yi ve DEM Parti tabanını biraz rencide etme pahasına, sürekli parmak sallayan, “Aldanıyorsunuz. Bakın, aldanmayın” diyen kanat. Tek taraflı bir şeydi.

Ruşen Çakır: ‘’Aldanıyorsunuz,’’ bir de ‘’bizi satışa getiriyorsunuz.’’
Kemal Can: Evet. Ben de zaten geçen haftaki yazımda https://medyascope.tv/2025/01/14/henuz-kandirma-asamasi-gelmedi-kemal-can-yazdi/ bunu yazdım. Aldanma-aldatma zamanı henüz gelmedi. Şu anda kimse kimseye bir şey vaat etmediği için, kimin kimi aldattığını bilmiyoruz, ama bu sürekli tekrar ediliyor. Hatta bazen bu açıklamada da ifadesini bulan biçimde, rencide edici imalarla yapılıyor. Bu, bu iktidarın yarattığı CHP'yi yalnızlaştırma sürecine, kendi tarafından da besleme yapılması demek. Aslında merkezi olarak CHP, süreç karşısında doğrudan, açıktan yer almadı, bir tavır koydu. Rezervlerini, tereddütlerini, şüphelerini koydu, ama kategorik olarak bir İYİ Parti tutumu almadı. Bu pozitif bir şey. Fakat bunun medyada veya kanaat önderleri seviyesinde ya da seçmeni etkileyebilecek çevrelerde aynı ölçüde olmadığını, daha doğrusu, CHP'nin pek çok konuda merkezi tutumuyla, kendi seçmeni ve kadrolarının tutumunu bir ahenk içerisinde çalıştırmakta hep sıkıntı çektiğini, bu konuda da bunun yaşandığını görüyoruz. Dolayısıyla, bence orada işaret edilmeye çalışılan şey şu: Tamam, bir süreç yürüyor. O süreç, çözüm gibi bir sonuca varır ya da varmaz. Bunun içerisinde aldatma gibi, aldanma gibi şeyler de olabilir. Ama sonuçta kategorik olarak bir kesimi, bir siyasi hareketi ve onun tabanını, üstelik kaç senedir muhalefet cephesinde performans göstermiş bir kesimi, baştan zan altında bırakarak ilerlemek, onların bir nevi saf olduğunu ve kandırılmaya uygun olduğunu ima etmek, sürece zarar verir vermez kısmı ayrı, ama siyasete zarar verdiği kesin.

Ruşen Çakır: Son olarak şu fotoğrafa bir bakalım. Biliyorsun, Mazlum Abdi Mesut Barzani’yle görüştü. Bu sabah toplantıda ‘’Mazlum Abdi kravatı ne zaman takacak?’’ diye konuşuyorduk. Ahmet eş-Şara önce kravatsız takım elbiseyle başladı, sonra kravatla devam etti. Fotoğrafta Barzani yine Peşmerge kıyafetiyle. Bunu Amberin Zaman Al-Monitor’de haber olarak atlatmıştı biliyorsun. Bence çok önemli bir görüşme. Bilmeyenlere bir özetleyelim: Mazlum Abdi, Suriye'nin kuzeydoğusundaki SDG güçlerinin lideri. Sonuçta orada Ankara'yı rahatsız eden gücün en önemli ismi. Barzani de aslında Ankara'nın Kürtler içerisindeki en güçlü müttefiki. Hatta daha iki, üç gün önce, Irak Kürdistan Bölgesi Başbakanı Mesrur Barzani Ankara'ya geldi ve üst düzey görüşmeler yaptı. Belli ki bunlar konuşuldu. Bu yeni sürecin en kritik yerinin Suriye olduğu kesin ve Suriye'de de Kürtlerin durumunun ne olacağı tartışması var. Burada belli ki Öcalan bir şeyler söyleyecek. Öteki taraftan tabii ki işin içerisinde Amerika Birleşik Devletleri var, İsrail var. Mesela Fransa’da Macron “Kürtleri bırakmayız” dedi. Bu da var. Böyle bir denklemde bunun çözümü, PKK'nın silah bırakması, Suriye’yle çok alakalı, ona endeksli bir şey. Bu görüşmenin çok kritik olduğunu düşünüyorum.
Pazartesi günkü ‘Hafta Başı’ programında Arzu Yılmaz'ı konuk edeceğiz. Kendisi Kürdistan Erbil Üniversitesi’nde Öğretim Üyesi. Arzu Yılmaz bize biraz daha detaylı anlatacak herhalde, bu arada gelişmeleri de anlatır. Ama o görüşmeyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı biliyorsun. Off the record olarak yapılan açıklamalardan anladığım kadarıyla, Barzani şöyle bir formül üzerinde duruyor: Oradaki Kürt yapılanmasının içerisinde, Barzani çizgisindeki ve diğer çizgilerdeki Kürtleri de dâhil edecek bir olayın daha kabul edilebilir olduğu, Suriye'nin, Kürtlerle iktidar paylaşmasından önce, Kürtlerin kendi içerisinde iktidar paylaşımı gibi bir formül üzerinde duruyorlar sanki. Bir şeyleri de hızlı yapmaya çalışıyorlar, onu görüyorum,
Kemal Can: Zaten kilitlenen şeylerden biri oydu: PYD Şam’a, sadece PYD olarak değil, diğer Kürtlerle birlikte ve hem SDG hem bazı Arap aşiretlerin de olduğu bölgenin temsili açısından, daha geniş bir birliktelik önerdi. Hatta bunun için epey kulis de yapıldı, birtakım din adamları gittiler geldiler. Suriye'deki Kürtlerin birlikte davranması, ortak bir şey üretmesiydi. Buna direnen de Barzani'nin kontrol ettiği çevreydi. Buna ‘’Evet’’ dememişti. Şam da bu şartı öne sürerek, ‘’PYD olarak gelip görüşemezsiniz, başka bir yöntemle görüşülebilir’’ denmişti. Galiba şimdi Amerika ve Fransa'nın devreye girmesiyle birlikte, bu, iki tarafın bir ortak noktada buluşabileceği bir şey olabilir. Bu hadisenin paralelinde, PKK'nın Rojava'dan çıkması koşulunun da, Kürtlerin temsilinin Şam nezdinde kabul görmesi ve bir biçimde, yönetimle temasın kurulması. Şu anda kilitlenen şey, Şam’la Suriye'deki Kürtlerin bir temas kurması. Temasın kurulmasının yolu da…

Ruşen Çakır: Amerika'nın aracılığıyla, Şam'ın yakınında bir yerde Ahmet eş-Şara’yla, Mazlum Abdi’nin yüz yüze konuştukları bilgisi var.
Kemal Can: Muhtemelen. Ama daha resmi hâle gelmesinin yolu da böyle döşenmeye çalışılıyor. Tabii bu görüşmeden sonra, Rojava'da, bu görüşmenin pozitif sonuçlandığı imajı yayıldı. Bunun böyle realize olup olmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ama tabii ki takvim sıkışıyor. Aslında Trump'tan önce herkes bütün bunları halletmeye çalışıyordu. İki günü kaldı, Trump göreve gelecek.

Ruşen Çakır: Kemal, bitirmeden bir şeyi atlamayalım. Bugün 250. yayını yaptık.
Kemal Can: O kadar olmuş mu?

Ruşen Çakır: Vallahi olmuş.
Kemal Can: Ki arada bir iki tane yapmadıklarımız da vardır. Ama 250. program. Beş yıl.

Ruşen Çakır: Pek olmadı, belki bayram dolayısıyla atlamışızdır. Ama bu kadar yıl bana nasıl katlandın?
Kemal Can: Evet, yaklaşık 5 yıl.

Ruşen Çakır: Evet, 250. ‘Haftaya Bakış’ı tamamlamış, bunun gururuna sahip iki gazeteci olarak, bizlerden desteğinizi eksik etmemenizi rica ediyoruz. Çok teşekkür ediyoruz. Haftaya tekrar görüşmek üzere, iyi günler.
Kemal Can: İyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
22.01.2025 Transatlantik: Trump nasıl başladı? | Unuttuğumuz Suriye | Gazze ateşkesi
19.01.2025 Bir türlü başlayamayan Erdoğan-İmamoğlu savaşı
19.01.2025 Eski PKK yöneticisi Nizamettin Taş: “Kürtler açısından önemli olan PKK’nin silah bırakması değil Suriye’deki kazanımların korunması”
17.01.2025 Haftaya Bakış (250): Boğaziçi direnişinin 1000.günü | CHP'nin iktidara cevabı | Yeni çözüm sürecinin gidişatı
15.01.2025 Transatlantik: Gazze'de ateşkes süreci | Trump'ı beklerken | Yeni Suriye'nin inşası
14.01.2025 Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (5): Suriye'de işler nasıl gidiyor? Yeni Çözüm Süreci'nin gelişimi & Trump'ı beklerken
12.01.2025 Kürtler Türkleri “satışa” mı getiriyor?
10.01.2025 Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi: Erdoğan ve AKP'ye Suriye dopingi
10.01.2025 Haftaya Bakış (249): Özel'in kırmızı kartı | Akdeniz Belediyesi'ne kayyum | Ülkücülerin Öcalan kavgası
26.01.2025 Çözümsüzlük için Kandil’den medet ummak
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı